Yabancılaşma


Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

25 Ekim 2015, 23:53

Çağa yabancı ne kadar çok kelime var lügatlerimizde ya da çağ yabancı lügatlerimize. Kısakürek’in: “Mesele sorun mecburiyet zorun/ Dedenin dilinden anlamaz torun” dediği türden değil. O, belki de dile yabancılaşma, dilin yabancılaşması.

Toplumda ve gündelik dilde karşılık bulamayan kelimeler toplamı, toplum bilimcilerin “kuşak çatışması” ile izah etmeye çalıştığı sığ yorumlamalar neticesinde ortaya çıkan kültürel yozlaşmaların garip tezahürü, zarif ihaneti belki de.

Yol Ehli’nin günlük hayatta kullanılan kelime ve kavramlara yüklediği anlamlara satır aralarını atlamadan analitik bir titizlik ve hassasiyetle yeniden, yerinden bakma ve teşrih etme ihtiyacı daha çok hissediliyor bugün. Yerelin küresele, değerin etiğe, geleneğin ortak dünya normlarına karşı savaşımında taraf belirleme zamanı şimdi.

Unutulan, kütüphanelerin tozlu raflarında zaman aşımına terk edilen ve yüz üstü bırakılan nice zarif ve yetim kavramlardan biridir edep. Orijinal dilinde; ‘Elif’, ‘dal’ ve ‘be’ harfleri ile formüle edilen edep, bedenin bütün departmanlarıyla ölçülü olmaya, belirlenen yasal ve helal sınırlar içinde kalmaya azami özen gösterilmesi anlamını, cılız omuzlarına yükler muhatabının.

Yaratıcı’ nın : ” İnanan erkeklere söyle, bakışlarını kıssınlar” (24/30) kutsal buyruğunun neresinde konumlandırıyoruz kendimizi? Bakışını ayak ucuna düşürmeyi, sınırlandırmayı salık veren ilahi uyarının ne denli muhatabı çağın insanı.

“ İnanan bayanlara da söyle, bakışlarını kıssınlar” (24/31) semavi ikazının koordinatlarını sorgulayan, farkındalığını; tarz, stil, yaşam biçimi ya da modaya dönüştüren ve dört mevsim özgün ve nazenin bir kreasyona büründürenlere rastlamak mümkün müdür sokaklarımızda? Gözlerini kıyam dışında da ayak ucuna indiren insan türünün her iki cinsine de ne denli muhtacız şimdi.

Edep üzerine kurulan kadim kentlerdeki evlerin kapı kulplarının, biri ‘tiz’ diğeri ‘tok’ olmak üzere iki ön duyuru aparatının olması tesadüf müdür ki? Ya da o kent sakinlerinin genç kızlarıyla gelinlerini birbirinden ayırt etmeye yarayacak kıyafet renklerinin farklı olması bir moda tasarımından ibaret midir?

Şehirler inşa etmeden önce medeniyetler imar etme, Yesrib’i ‘Medine’ yapma geleneğinin bir vefası olmalı değil miydi?

Kalın örtülerin ayıplarımızı örtmediği, cürmümüzün kapladığı alanları setretmediği ağır sınavlardan geçiyor Adem ve Havva,  Adam ve Eva. Edep yorganına göre uzatılmayınca ayaklar, ya yorgan kısa kalıyor ya da  ayaklarımız sığmıyor yorgana.

“Edeb bir taç imiş, Nur-i Hüda'dan
        Giy ol tâcı, emin ol her belâdan”
 tavsiyesine sağır kulaklarımız, bir başka dünyanın yabanıl seslerine kulak kesildiği için.

Sûfi literatürde “Edep Ya Hû” çağrısı her daim ve zemin edebe davet ederdi muhatabını. Zira dervişliğin ön koşuludur edep. Kadim kentlerin tekkelerinde, edebini koruyamayan dervişin, edep dersinden geçemediği için sınıf tekrarına kaldığını ne çabuk unuttu hafızalarımız.

Sahi biz mi yabancılaştık kendimize, kendimizden başka her şeye; yoksa herkes mi yabancılaştı bize? İçimizdeki bu yabancı kime aşina, kimin ahbabı, kimlerle yârenlik eder hayallerimizi çalan, uykularımızı bölen bu yabancı ? Yoksa şairin dediği gibi;

“Hâne ıssız,han harabe,suskun hancı
         Sûret aynı,ayna yabancı.”
dizeleri mi can havliyle yetişir imdadımıza?

Göz kapakları edebinin süsü olanlarla, örtüsü ar duygusu olanlara aşina olmaya muhtacız şimdi. Konuşunca dilini, yalnız kalınca kalbini koruyanlara, ıslak kirpikleri nazlı niyazının nikabı ve perdesi olanlara.

Yitik ve metruk kentleri onarmak, bir de ‘beton duvarlar arasında bir çiçek açar’ umudunu içimizde hala taşıyor olmak için.

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.